26 Şubat 2008 Salı

TARIMSAL ÜRETİMİ ARTIRMA ÇABALARI

TARIMSAL ÜRETİMİ ARTIRMA ÇABALARI

Prof.Dr. Harun BAYTEKİN

1. Yüksek Verimli Çeşit ve Irklar

Tarımsal üretimi artırma çabaları içerisinde öyle uğraş veriyoruz ki, neredeyse elimizden geleni yapıyoruz. Hemen her söyleneni dikkatle değerlendiriyor, ya komşumuzdan görerek ya da meraktan hemen uygulamaya koyuyoruz.
İnadına Üretim sloganı aslında tarımsal üretimde neredeyse tam yerini buluyor. Daha fazla verim sanki daha fazla gelir getirecekmiş gibi bir inanışla, besleyeceğimiz insanları, temelde gıda maddesi veya hammaddesi bile ürettiğimizi unutuyoruz. Bu davranışları, Ticari Üretim Felsefesi çerçevesinde değerlendirmek mümkün aslında.
Evet ticari üretim felsefesi neredeyse tabiri doğru ise kanımıza işlemiş durumda. Pazarda kolay satılan, hemen paraya çevrilebilen ürünlere yöneliyor, tarımsal doğal kaynaklarımızı, çevremizi pek dikkate almadan, üretim, inadına üretim düsturuyla belki de yarını, yarınlarımızı düşünmeden hareket ediyoruz.
Ticari üretim felsefesi içerisinde boğulurken farkına varamadıklarımızı sırasıyla gözden geçirmek gerekirse, ister istemez her külfetin bir bedeli olduğunu görecek, bazen ödenen veya ödenecek bedellerin üretimden daha kıymetli olduğunun farkına varacağız.
Tarımsal üretimi artırma çabaları yüksek verimli çeşitlerin tarıma kazandırılmasıyla başlamıştır dünyada olduğu gibi ülkemizde de. Yüksek verimli çeşit kullanımının ilk etkileri dünyada Meksika’da görülmüştür. 1940’lı yıllarda buğday ithal eden Meksika, 1950’lere gelindiğinde iki milyon ton buğday ihraç etmeye başlamıştır. Benzer gelişmeler ülkemizde de yaşanmıştır. Eskilerin hatırlayacağı gibi Meksika buğdayları olarak tanınan ıslah edilmiş buğday çeşitleri ülkemize getirilmiş ve buğday üretiminin artırılması çabaları hız kazanmıştır. Buğdayla birlikte diğer kültür bitkilerinde de yeni çeşitler üretimde kullanılmaya başlamıştır. Bunun ilk yansımaları üretimin arttığı şeklindedir. Gerçekten buğday başta olmak üzere diğer bazı kültür bitkilerinde de üretim hızla artmıştır. Üretim artışları aslında analitik olarak değerlendirildiğinde, artışın verimden ziyade orman ve meralardan kazanılan yeni tarım alanlarından kaynaklandığı açık bir şekilde görülmektedir. Peki ıslah edilmiş yüksek verimli çeşit kullanımıyla gelinen nokta neresidir diye sorduk mu hiç. Bitkisel üretim belli başlı ürünlerde yoğunlaşmış, pek çok kültür bitkisi tarımsal üretimden çekilmek zorunda kalmıştır. Izgın, pelemir, hünnap, burçak, çavdar, kumdarı, göleviz, vişnap, alıç gibi isimleri yeni nesil tanımamaktadır. Hemen her yörede asırlardır yetiştirilmekte olan yerli çeşitlerin tamamı ortadan kalkmıştır. Mevcut koşullara tam uyum sağlamış belki düşük verimli ama genetik olarak yetenekli yerel çeşitleri bulma imkanı yoktur. Genetik erozyon olarak da nitelendirebileceğimiz bu kaybın telafisi zora girmiştir. Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsünde bu ürünlerin bir kısmı saklanmaya çalışılmaktadır.
Genetik erozyonda, üretimi artırma çabaları içinde yüksek verimli çeşitlerin ön plana çıkması kadar, ticari üretim felsefesi de etkili olmuştur. Pazarda kolay satılan ürünler öne çıkmış, toprakların hangi çeşide veya ürüne uygunluğu dikkate alınmadan üretim faaliyetleri birkaç ürünle sınırlanmıştır. Kaybolan ürünleri artık ilaç niyetine aktarlarda bulmak mümkün yüksek fiyatlarla ancak. Yerel tatların, lezzetlerin çoğu unutuldu gitti. Oysa çok iyi biliniyor ki, her toprağın, her iklimin ürünü ve çeşidi farklıdır. Ama sahip olduğumuz teknoloji ile kirazı kıraçta, buğdayı batakta yetiştirmeye çalışıyoruz yüksek masraflarla.
Genetik erozyonun esas sorunu aslında görmek istemediğimiz yönüdür. Elimizde bize ait olan çok az sayıda çeşit bulunmaktadır. Halen yetiştiriciliği yapılan çeşitlerin çoğunluğu büyük tohumluk firmalarına aittir. Tohumculukta bağımlı hale gelmiş bulunmaktayız.
Hep söylenmiştir yerli hayvanlarımız genetik olarak düşük verimli ırklardan oluşmaktadır. Gerçekten doğrudur. Üzerinde fazla çalışma yapılmadığından ve geliştirilmeleri düşünülmediğinden düşük verimli kalmışlardır. Ama öyle bir doğal seleksiyondan geçmişler ki, asırlardır kendi ekolojimizdeki bütün hastalık ve zararlılara dayanıklı olanlar hayatta kalmış ve neslini sürdürmüştür. O halde kendi ekolojimize en iyi uyum sağlayan ırklardır. Peki, yerli kara, güney kırmızısı, boz step, doğu kırmızısı, Kilis kırmızısı gibi sığır ırklarını saf olarak bugün bulmak mümkün müdür? Maalesef bazı araştırma enstitüsü ve TİGEM birimlerinde muhafaza edilmeye çalışılan küçük sürülerden başka elimizde kalan yoktur.
Manda yoğurdu yiyeniniz artık yoktur. Verimsiz bir hayvandı vazgeçtik. Aslında tereyağı ve sucuk yapımında mandanın alternatifi yoktur. Yoğurdu peynir gibi çatalla yenirdi. Şimdi yine yiyoruz hem de homojenize edilmişinden. Teknolojiyle düzelterek, doğallıktan uzakta ürünlerle avunuyoruz sanki.
Şimdi yüksek verimli sığır ırklarımız var siyah alaca Holstein, Simental, Mantofon gibi. Yerli ırklarımız onlar kadar yem yese acaba verimleri artar mı diye düşündünüz mü hiç. Yemden yararlanmalarında aslında çok büyük farkları yok yerli ırklarla kültür ırkları arasında. En önemli fark yerli ırkların potansiyel verimlerinin düşük oluşudur. Buna karşın üstün verimli ırklar sağlık hizmetleriyle verimli olabilmektedirler.
Hayvansal üretimde dışa bağımlılık bitkisel üretimden farklı değildir. Suni tohumlamada ve veterinerlik hizmetlerinde kullanılan bütün materyaller dışarıdan temin edilmektedir.
Gerek bitkisel üretimde, gerekse hayvansal üretimde, verimliliği artırma temel güdüsüyle, tohumluk ve damızlık temini uzun yıllar devletin destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla kullanılan kaynakların tarımsal üretimi genetik materyal boyutunda dışa bağımlı hale getirdiği gün gibi ortadadır. Eğer bu kaynaklar çeşit ve ırk geliştirme çalışmalarına yönlendirilseydi gelinen noktada biyolojik çeşitliliğimiz de dikkate alınırsa ithal eden mi ihraç eden mi olurduk acaba?