12 Aralık 2007 Çarşamba

EROZYONA DİKKAT

Prof.Dr. Harun BAYTEKİN

Erozyon, kelime anlamıyla, herhangi bir nesnenin, geri dönüşü olmaksızın, bir yerden bir yere taşınmasıdır. Pek çok kayıp için kullanırız erozyon kelimesini. Kültür erozyonu, dil erozyonu, toprak erozyonu gibi. Bu yazımızda, elimizin erdiği, dilimizin döndüğü kadar, toprak erozyonuna değineceğiz.
Türkiye’de her yıl erozyonla taşınan toprağın miktarı 350-520 milyon ton arasında değişmektedir. Bazıları sorunun ciddiyetini vurgulamak için, “Kıbrıs kadar” ifadesini kullanmaktadır. Bu oranı kıtalarla kıyaslayacak olursak, birim alandan erozyonla taşınan toprak miktarımız, Afrika’dakinin 22, Avrupa’dakinin ise 17 katıdır.
Erozyonun sonuçlarına tersinden bakacak olursak, Ülkemizdeki, Çukurova, Harran, Çarşamba, Bafra, Gediz, Söke, Antalya Ovaları, İlimizde Kumkale ve Biga Ovaları erozyonla oluşmuş alanlarıdır. Kısaca, erozyon sonucuyla oluşan ovalar, toprağın yüzeyindeki verimli tabakanın, nehirlerimizle taşınmasıyla oluştuğu için, çok daha verimlidir. Bu saydığımız ovalarımız, Türkiye’yi beslemektedir. Ancak şu var ki, kaybettiğimiz topraklarımızın değeri, kazandığımızdan daha fazladır. Aşırı ve yoğun otlatılan meralarımızın kullanılamaz hale gelişi, engebeli, aslında bitkisel üretime uygun olmayan tarım alanlarımızın verimliliklerinin, hatta toprağının tükenişi çok daha ciddi bir sorun oluşturmaktadır.
Toprağımızda yaşanan erozyonun ciddiyetini bir anımla vurgulamak istiyorum. Suriye sınırları içinde Fırat Nehri kenarında Süleyman Şah Türbesi var. Türk toprağıdır orası. Atalarımıza yaraşır bir alan haline getirmek için, Nisan 1992’de Askeri birlikle birlikte yeşillendirme çalışmalarında bulunmak üzere iki defa gitmiştim. Bir defasında Bölük Komutanıyla gitmiştik. Bir ara ikimiz de Fırat’ın akışına daldık. “Hocam” dedi Rahmi Üsteğmen, “biz topraklarımızı koruyoruz değil mi?” onayladım. Askerlerimiz canları pahasına topraklarımızı koruyor. “Aha” dedi, “canımız pahasına koruduğumuz topraklarımızı Fırat götürüyor”. Donup kaldım biranda. Gerçekten Fırat öyle çamur akıyordu ki, yüzlerce kilometre Anadolu’yu tarayıp, topraklarımızı, Ülkemiz dışına taşıyordu. Taşıdığı toprak miktarı yılda 100 milyon tondu. Aslında eskiden Bağdat’ta birleşerek Basra Körfezine dökülen Fırat ve Dicle’nin bugün yarattığı 180 km uzunluğundaki, Kuveyt’in de içinde bulunduğu bütün topraklar, öz be öz Anadolu topraklarıydı.
Bu durum, toprağımızı her halükarda korumak, sorunları doğru tespit etmek ve araştırmaya dayalı çözüm yollarını uygulamak zorunda olduğumuzu koyuyor ortaya.
Erozyonun önlenmesiyle ilgili olarak TEMA Vakfı, gözardı edilemeyecek başarılar sağlamaktadır. Yediden yetmişe toplumun erozyon sorunu hakkında bilgilendirilmeleri için, önemli mesafeler kat etmeye çalışmaktadır. Aslında ağaçlandırma, erozyonla mücadelede, en önemli çözüm değildir. Doğru arazi kullanımına çok daha fazla dikkat edilmelidir. Toprak kaybının çoğunluğu, tarım alanlarındaki bilinçsiz uygulamalardan, meralardaki aşırı ve yoğun otlatmalardan kaynağını almaktadır. Erozyonu önleme savaşında, bitkisel ve hayvansal üretim yapan fedakâr çiftçilerimizin elindedir gerçek anahtar. Bu konuda şehir insanımızın bilinçlendirilmesiyle birlikte, esas önemli uygulama, tarımla uğraşan çiftçilerimizin hassasiyetinin arttırılması, erozyonu önleyecek uygulamalar için özendirici yasal tedbirlerin alınması olacaktır. Ancak eğime dik sürüm dışında pek fazla değinilmemektedir erozyonu önleme çalışmalarına. Şehirlerde yapılan erozyonu önleme çalışmalarını tarafsız gözle inceleyecek olursak, basit etkinliklerden öte, “dostlar alışverişte görsün”den daha fazla bir yararı yoktur. Yine de böyle bir sorunumuzun varlığına dikkat çekilmeye çalışılması bile, çözüme götürmese dahi, iyiniyetli bir çaba olarak değerlendirilmelidir.

Oysa şiddetli erozyon, tarıma elverişli olmayan, eğimli 60 milyon dekar alanda işlemeli tarım alanında hüküm sürmektedir. Taşı çıkmış meralarımız, hala aşırı otlatma baskısı altındadır. Erozyona açık tarımsal alanlarda, kış dönemi kesinlikle bitki örtüsü bulundurulmalı, gerekiyorsa teşvik edilmelidir. Meralar kısa aralıklarla dinlendirilmeye alınmalı, bunun için hayvanlara kaba yem desteği sağlanmalıdır. Kısa ömürlü otsu türlerin bile zor yetiştiği, erozyonun yok ettiği alanlarda, daha fazla toprak ve su isteyen ağaç türlerinin yetiştirilmeye çalışılması, çözüme götürmeyen çabalardır. Bu alanlarımızın kendi doğal süreci içinde mevcut iklim ve toprak koşulları içinde kendini geliştirmelerine izin verilmelidir.