12 Aralık 2007 Çarşamba

ESKİ BAYRAMLAR

Sevgili Dostlar.
Uzun bir Ramazan ayının ardından her zamanki gibi Bayrama kavuştuk. Evet, her zamanki gibi bir bayram kutladık değil mi. Geçen sene de gelmişti iki defa bayram ne değişti ki... Hayatı yakalamaya çalışırken daha ne bayramlar göreceğiz farkında olmadan.
Yumurtanın kaç kuruş olduğunu bilmediğim zamanlarda da gelirdi Bayramlar. Yarından sonrasının sonrası diye heyecan basardı. Çocuk kalma özlemi mi acaba bu güzellikler, heyecanlar diye çoğu zaman düşünürüm hep yeni bayramlara haksızlık etmemek için, hatta şimdiki çocuklar bizim kadar zevk alıyorlar mı bu bayramlardan diye de kıyas yapmak isterim. Ama bunu kıyaslama imkânı yok maalesef. O zamanlar çocuktuk ve duygularımız başkaydı, şimdi ise bambaşka... Bununla birlikte farklı zaman boyutlarında da olsa kıyaslayabileceklerimiz var...
Ramazan boyunca yemek için yapılan yufkalardan saraylı yapılırdı misafirlere ikram etmek için. Şimdi güllaç diyorlar hazırına. Baklava yapılırdı hamurlar açılarak. Susam ezilir baklava bezelerinin içine serilirdi. En güzel yemekler, yaprak sarmalar yapılırdı. Hepsi el emeği, göz nuru. En zorlarına girişilirdi ki ikramın kıymeti, ikram edilende kıymeti hissettirsin diye. Bayram günü gelenlere yedirilirdi. İkram geri çevrilmezdi. Çanaklar temizlenirdi. Şekerim var yoktu o zamanlar. Perhizdeyim hiç yoktu. Esmen tütün kolonyası dökülürdü, şimdi kokusunu beğenmediğimiz. Baklavanın bir dilimi dönmezdi, şekerler, erik kuruları çevrilmezdi, kolonya sağolla (istemem) karşılaşmazdı. Üstüne üstlük şimdi geri çevirmeler kibarlıkla, kabuller ise bayağılıkla, göreneksizlikle nitelendiriliyor. Nerdeyiz...
Ne zahmetlere girerlermiş eskiden. Şimdi Güllüoğlu, Hacı Tayyip Usta, Bolulu Hasan Usta’dan baklava, kadayıf, tulumba alıveririz, Ülker, Eti, Şenay şekerlemeleri alıveririz, bir de limon çiçeği kolonya. Bak artık büyük marketlerde hazır bayramlıklar bile var bizim için düşünmüşler. Heyecan yapmaya ne yapsam diye düşünmeye gerek kalmıyor...
Kapı kapı dolaşırdık, el öpmeye giderdik bilmediğimiz kapılara irili ufaklı, küçük büyük bir sürü çocuk. Ama bütün kapılar birimizin amcası, halası, teyzesi olurdu mutlaka. Akşamüzeri ceplerimizde çakmak şeker, kaba şeker, naneli şeker, bisküvi, lokum, üzüm kurusu, erik kurusu olurdu. Hiç kimse sormazdı kaç paran oldu, baban kaç para verdi diye... Nerdeyiz…
Son zamanlarda genellikle mail listemizde ve cep telefonumuzda bulunan arkadaşların, aynı mesajla, ismine bile hitap etmeden bayramlarını tebrik etme ...kliğinde bulunuyoruz. Çok ağırımıza gitse de öyle yapıyoruz, nerelere geldik. Elle yazardık seçtiğimiz kartların ardını, her bir arkadaşımıza tek tek hitap ederek, tatlı duygular içinde. Her birinin tebrikini yazarken adeta onunla olurduk, gözümüzün önüne, karşımıza güler yüzüyle geliverirdi. Sonra yazılmışlarından kendimize göre ifadeleri güzel olanları seçmeye başladık. Fakat imzalaması zor gelmeye başladı. Matbaalara hazır imzalı bastırmaya başladık. Bu defa zarfların üzerini yazmak zor geldi. Şirket sahibi gibi, binlerce bayram tebriki gönderiyor gibi etiket programı edindik. O bile zor gelmeye başladı. Hazır kartları üstü yazılmış zarflara koymak, en zoru da postaneye gitmek... Dostlar için ne çok zahmetler bunlar...
Düşünüyorum da bu kadar kısa sürede uzak dostlarımızın bayramlarını kutlamada o kadar büyük değişimler geçirmişiz ki, yakın gelecekte düşünme zahmetinde bile bulunmayacağız gibi, birileri bizim yerimize en güzel nağmelerle kutlayacak ve dostlarımız da, biz de sevineceğiz bak ne güzel etti diye... Ama ben yine de hiç hatırlamamaktan iyidir pozitifliğiyle maillerimi, kısa mesajlarımı gönderdim ezile büzüle.
Sevgi, saygı, arkadaşlık, dostluk emek istiyor, çaba istiyor aslında. Dostlarımıza layıkıyla zaman harcadığımız, emek harcadığımız yeni bayramlarda buluşmak dileğiyle…